Bir Zamanlar Himaye-i Etfal: Kalpten Kalbe Uzanmış Bir Hikâye
Selam forumdaşlar,
Bugün sizlerle sadece bir tarih bilgisini değil, içinde umut, fedakârlık ve insanlık barındıran bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Hani bazen bir kurumun adını duyarsınız ama arkasındaki kalp atışını, duygusunu, neden var olduğunu bilmezsiniz ya… İşte “Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti” benim için tam da öyle bir isimdi.
Bir gün bu ismin bugünkü adı olan Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumunun tabelasının önünde durup düşündüm: “Bu kurumun geçmişinde kimlerin hikâyesi var?”
Sonra o hikâyeyi hayal etmeye başladım.
---
Bir Mektubun Ardından Başlayan Hikâye
Yıl 1921, Ankara henüz savaşın tozunu üzerinden atamamış.
Bir anne, Ayşe Hanım, yıkık bir evin köşesinde küçük oğlu Mehmet’i battaniyeye sarıyor.
Eşi cephede, kendisi açlıkla mücadele ediyor.
Bir sabah kapıya bırakılmış bir zarf buluyor:
Üzerinde “Himaye-i Etfal Cemiyeti” yazıyor.
O mektupta şunlar yazılı:
> “Savaşın gölgesinde büyüyen her çocuk, bu vatanın geleceğidir.
> Onlara sahip çıkmak, sadece bir görev değil, bir insanlık borcudur.”
Ayşe Hanım o gün, yalnız olmadığını hissediyor.
İşte o mektup, sadece bir yardım vaadi değil; bir toplumun vicdanının sesi oluyor.
---
Bir Erkek, Bir Kadın ve Bir İdealin Kesişimi
Aradan yıllar geçiyor.
Cumhuriyetin ilk günleri...
Kurumun içinde iki kişi yollarını kesiştiriyor: Ahmet ve Selma.
Ahmet, cepheden dönmüş bir subay. Yüreğinde strateji, zihninde çözüm var.
Her şeyin sistemli, düzenli ve planlı olması gerektiğine inanıyor.
> “Bu çocukları sadece beslemek yetmez,” diyor.
> “Onlara bir gelecek kurmalıyız. Eğitim, üretim, kimlik kazandırmalıyız.”
Selma ise İstanbul’dan yeni dönmüş genç bir öğretmen.
Yüzünde yorgun ama umutlu bir gülümseme var.
O daha çok kalple konuşuyor:
> “Ahmet Bey,” diyor, “bu çocukların karnı kadar kalpleri de aç.
> Onlara sadece iş değil, sevgi de vermeliyiz.”
İşte o an, Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin kalbinde bir denge kuruluyor:
Erkeklerin stratejik vizyonu ile kadınların empatik yüreği birleşiyor.
---
Bir Kurumdan Fazlası: Bir Milletin Kalbi
Himaye-i Etfal Cemiyeti, adım adım büyüyor.
Yetim çocuklara okul, hasta çocuklara bakım, aç kalanlara aş veriyor.
Ama en önemlisi, “biz” duygusunu büyütüyor.
Ahmet, Anadolu’nun dört bir yanına projeler planlıyor:
> “Her vilayette bir çocuk evi kuracağız.
> Her çocuğun kendi yatağı, kendi kitabı olacak.”
Selma ise köy köy dolaşıyor, annelere rehberlik ediyor:
> “Bir çocuğu korumak, geleceği korumaktır.”
Onlar sadece bir kurumun çalışanı değillerdi; bir ulusun vicdanı oldular.
Ve o vicdan, 1935’te kurumsallaştı:
Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti, modern adıyla Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu oldu.
---
Bir Çocuğun Gözlerinden: Yalnızlıktan Umuda
Kurumun himayesine alınan binlerce çocuktan biri olan Zeki, yıllar sonra şöyle yazıyor günlüğüne:
> “Beni bulan Selma Hanım’dı.
> Kırık bir oyuncak arabam vardı, onu tamir etti.
> Sonra Ahmet Bey geldi, ‘artık bu araba seni yeni bir yere götürecek’ dedi.
> O günden sonra, ben de geleceğe inandım.”
Zeki büyüdü, öğretmen oldu.
Köy köy gezdi, tıpkı Selma gibi.
Ve bir gün kendi öğrencilerine şöyle dedi:
> “Çocukları sadece korumak değil, inandırmak gerekir.
> Kendilerine, hayata, insanlığa…”
O söz, Himaye-i Etfal’in ruhunu bugüne taşıdı.
---
Bugün: Aynı Ruh, Yeni Bir İsim
Günümüz Türkiye’sinde artık o kurumun adı Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu.
Ama inanın bana, isim değişti ama yürek aynı kaldı.
Bugün modern tesislerde, dijital platformlarda, eğitim projelerinde o ruh hâlâ yaşıyor.
Artık dosyalar bilgisayarda, ama amaç hâlâ aynı:
> “Her çocuğun güvenli bir evi, sıcak bir kalbi olsun.”
Ahmet’in stratejik vizyonu, modern sosyal hizmet politikalarında yaşıyor.
Selma’nın empatik yaklaşımı ise gönüllü destek ağlarında, anne-çocuk merkezlerinde hayat buluyor.
Bir zamanların mektubu, artık bir dijital çağrının içinde yankılanıyor:
> “Bir çocuğun geleceğini korumak, bir ülkenin vicdanını korumaktır.”
---
Forumdaşlara Soru: Vicdanın Kurumu Hangisi?
Bu noktada size dönmek istiyorum, sevgili forumdaşlar.
Sizce bir ülkenin en önemli kurumu hangisidir?
Ekonomi, savunma, eğitim mi?
Yoksa bir çocuğun gözyaşını silen o görünmez el mi?
Himaye-i Etfal’in hikâyesi bize şunu hatırlatıyor:
Bir toplum, en çok en savunmasızını nasıl koruduğuyla ölçülür.
Bu yüzden belki de en güçlü kurumlar, tabelaları değil kalpleri olanlardır.
---
Son Söz: Bir Yürekten Diğerine
O günkü mektup hâlâ yaşıyor aslında.
Bugün farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor:
Bir gönüllü mesajında, bir öğretmenin gülümsemesinde, bir çocuğun “teşekkür ederim” deyişinde.
Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin bugünkü adı Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu.
Ama gerçek adı hâlâ aynı:
“Merhamet.”
Bir kurum değil, bir yürek hareketi.
Bir imza değil, bir vicdan mirası.
Ve belki de bizim en büyük sorumluluğumuz, bu mirası geleceğe taşımak.
Peki sizce, bugün o ruhu yaşatmak için ne yapabiliriz?
Yorumlarda konuşalım…
Çünkü bazen bir hikâye, bir toplumun yeniden insanlaşmasına vesile olur.
Selam forumdaşlar,
Bugün sizlerle sadece bir tarih bilgisini değil, içinde umut, fedakârlık ve insanlık barındıran bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Hani bazen bir kurumun adını duyarsınız ama arkasındaki kalp atışını, duygusunu, neden var olduğunu bilmezsiniz ya… İşte “Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti” benim için tam da öyle bir isimdi.
Bir gün bu ismin bugünkü adı olan Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumunun tabelasının önünde durup düşündüm: “Bu kurumun geçmişinde kimlerin hikâyesi var?”
Sonra o hikâyeyi hayal etmeye başladım.
---
Bir Mektubun Ardından Başlayan Hikâye
Yıl 1921, Ankara henüz savaşın tozunu üzerinden atamamış.
Bir anne, Ayşe Hanım, yıkık bir evin köşesinde küçük oğlu Mehmet’i battaniyeye sarıyor.
Eşi cephede, kendisi açlıkla mücadele ediyor.
Bir sabah kapıya bırakılmış bir zarf buluyor:
Üzerinde “Himaye-i Etfal Cemiyeti” yazıyor.
O mektupta şunlar yazılı:
> “Savaşın gölgesinde büyüyen her çocuk, bu vatanın geleceğidir.
> Onlara sahip çıkmak, sadece bir görev değil, bir insanlık borcudur.”
Ayşe Hanım o gün, yalnız olmadığını hissediyor.
İşte o mektup, sadece bir yardım vaadi değil; bir toplumun vicdanının sesi oluyor.
---
Bir Erkek, Bir Kadın ve Bir İdealin Kesişimi
Aradan yıllar geçiyor.
Cumhuriyetin ilk günleri...
Kurumun içinde iki kişi yollarını kesiştiriyor: Ahmet ve Selma.
Ahmet, cepheden dönmüş bir subay. Yüreğinde strateji, zihninde çözüm var.
Her şeyin sistemli, düzenli ve planlı olması gerektiğine inanıyor.
> “Bu çocukları sadece beslemek yetmez,” diyor.
> “Onlara bir gelecek kurmalıyız. Eğitim, üretim, kimlik kazandırmalıyız.”
Selma ise İstanbul’dan yeni dönmüş genç bir öğretmen.
Yüzünde yorgun ama umutlu bir gülümseme var.
O daha çok kalple konuşuyor:
> “Ahmet Bey,” diyor, “bu çocukların karnı kadar kalpleri de aç.
> Onlara sadece iş değil, sevgi de vermeliyiz.”
İşte o an, Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin kalbinde bir denge kuruluyor:
Erkeklerin stratejik vizyonu ile kadınların empatik yüreği birleşiyor.
---
Bir Kurumdan Fazlası: Bir Milletin Kalbi
Himaye-i Etfal Cemiyeti, adım adım büyüyor.
Yetim çocuklara okul, hasta çocuklara bakım, aç kalanlara aş veriyor.
Ama en önemlisi, “biz” duygusunu büyütüyor.
Ahmet, Anadolu’nun dört bir yanına projeler planlıyor:
> “Her vilayette bir çocuk evi kuracağız.
> Her çocuğun kendi yatağı, kendi kitabı olacak.”
Selma ise köy köy dolaşıyor, annelere rehberlik ediyor:
> “Bir çocuğu korumak, geleceği korumaktır.”
Onlar sadece bir kurumun çalışanı değillerdi; bir ulusun vicdanı oldular.
Ve o vicdan, 1935’te kurumsallaştı:
Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti, modern adıyla Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu oldu.
---
Bir Çocuğun Gözlerinden: Yalnızlıktan Umuda
Kurumun himayesine alınan binlerce çocuktan biri olan Zeki, yıllar sonra şöyle yazıyor günlüğüne:
> “Beni bulan Selma Hanım’dı.
> Kırık bir oyuncak arabam vardı, onu tamir etti.
> Sonra Ahmet Bey geldi, ‘artık bu araba seni yeni bir yere götürecek’ dedi.
> O günden sonra, ben de geleceğe inandım.”
Zeki büyüdü, öğretmen oldu.
Köy köy gezdi, tıpkı Selma gibi.
Ve bir gün kendi öğrencilerine şöyle dedi:
> “Çocukları sadece korumak değil, inandırmak gerekir.
> Kendilerine, hayata, insanlığa…”
O söz, Himaye-i Etfal’in ruhunu bugüne taşıdı.
---
Bugün: Aynı Ruh, Yeni Bir İsim
Günümüz Türkiye’sinde artık o kurumun adı Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu.
Ama inanın bana, isim değişti ama yürek aynı kaldı.
Bugün modern tesislerde, dijital platformlarda, eğitim projelerinde o ruh hâlâ yaşıyor.
Artık dosyalar bilgisayarda, ama amaç hâlâ aynı:
> “Her çocuğun güvenli bir evi, sıcak bir kalbi olsun.”
Ahmet’in stratejik vizyonu, modern sosyal hizmet politikalarında yaşıyor.
Selma’nın empatik yaklaşımı ise gönüllü destek ağlarında, anne-çocuk merkezlerinde hayat buluyor.
Bir zamanların mektubu, artık bir dijital çağrının içinde yankılanıyor:
> “Bir çocuğun geleceğini korumak, bir ülkenin vicdanını korumaktır.”
---
Forumdaşlara Soru: Vicdanın Kurumu Hangisi?
Bu noktada size dönmek istiyorum, sevgili forumdaşlar.
Sizce bir ülkenin en önemli kurumu hangisidir?
Ekonomi, savunma, eğitim mi?
Yoksa bir çocuğun gözyaşını silen o görünmez el mi?
Himaye-i Etfal’in hikâyesi bize şunu hatırlatıyor:
Bir toplum, en çok en savunmasızını nasıl koruduğuyla ölçülür.
Bu yüzden belki de en güçlü kurumlar, tabelaları değil kalpleri olanlardır.
---
Son Söz: Bir Yürekten Diğerine
O günkü mektup hâlâ yaşıyor aslında.
Bugün farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor:
Bir gönüllü mesajında, bir öğretmenin gülümsemesinde, bir çocuğun “teşekkür ederim” deyişinde.
Türkiye Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin bugünkü adı Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu.
Ama gerçek adı hâlâ aynı:
“Merhamet.”
Bir kurum değil, bir yürek hareketi.
Bir imza değil, bir vicdan mirası.
Ve belki de bizim en büyük sorumluluğumuz, bu mirası geleceğe taşımak.
Peki sizce, bugün o ruhu yaşatmak için ne yapabiliriz?
Yorumlarda konuşalım…
Çünkü bazen bir hikâye, bir toplumun yeniden insanlaşmasına vesile olur.